Biraz “mekan tipolojisi” yazacağım bu defa. (Bu vesile ile çok uzun zamandır mimari bir dille birşeyler yazmadığımı ve bu konuda epey gerilediğimi farkettim.)
Geniş ve nispeten düz arazinin getirdği yayılmacı bir yaklaşım vardır bizim evlerde. Coğrafyanın, iklimin, kullanılan malzemenin, ihtiyaçların zaman içinde şekillendirdiği, yöreye özgü bir mimari dil geliştirilmiştir.
Öncelikle arazi geniştir bizim oralarda, dolayısıyla evler geniş alanlarda kurulmuş; ihtiyaç doğdukça yeni ilavelerle de genişletilmiştir. Kerpiç kullanımına bağlı olarak genellikle tek katlı evler mevcuttur. Bununla birlikte, az sayıda çok katlı eve de rastlanır. ( Ahırlıkuyu’da daha çoktur mesela) çok katlı dediğim de genellikle mutfak, depo vs. olarak kullanılan alçak tavanlı bir giriş katı ve sonrasında yaşama alanı olan ikinci kat.
Tam ebatlarını hatırlamıyorum ama 40/40/30 cm civarında ebatları olan kerpiçler eve yakın bir alanda hazırlanır, kurutulur ve inşaatta kullanılırdı. Genellikle taş bir bazaya sahip olan evlerde döşemeler toprak ya da bazı alanlarda beton olurdu. Sonrası mutlaka renk renk kilim ya da “taban halısı” ile örtülürdü tabii. Bazı yerler de renkli desenli muşambalarla kaplanırdı. Kerpiç cuvarlar sornasında yine toprakla sıvanır ve son kat olarak ta bembeyaz kireçle defalarca boyanırdı. Bir de bizim oraların olmazsa olmazı “bellemeler” vardı tabii. Formülünü bilmediğim bir karışım genellikle 1.20-1.50 m yükseklikte ön cephelerde kulanılırdı. (Muhtemelen hayvanların duvara yanaşmalarını engelleyici bir özelliği vardır; bir de börtü böceğin duvara tırmanmasını engelliyor olabilir) Sözkonusu işleme “belleme tarma” denirdi tatarcada. Evlerin ön cephelerinin mutlak surette kireç olduğunu, arka cephelerinin genellikle sıvalı bırakıldığını da burada söylemiş olalım.
Çatılar kırma çatı olarak imal edilir, ahşap kirişler de içeriden görünürdü. Çatıyı ve tavanı taşıyan bu kirişlere “tartma” denirdi. Bu kirişler sayesinde evlerin tavanları genellikle yüksek olurdu. Bir de düz tavanlı evler vardı tabii, sonraki zamanlarda yüksek tavanlarında kontrplak kullanılarak düz tavanlı hale getirildiğini hatırlıyorum hayal meyal. Saçaklar genellikle 50 cm genişlikte olur ve sazlarla kaplanırdı. Kiremit kullanılırdı çatılarda kaplama olarak.
Sıcak ve kurak yaz günlerinde evlerin içi serin olurdu kerpiç kullanımı ile birlikte. Genellikle ( kerpiç kullanımından gelen teknik bir kısıtlama da var tabii) küçük pencereler açılırdı duvarlara. Ve mutlaka canlı renklerde yağlı boyalarla boyanırdı ahşap doğramalar. (O zamanlar plastik doğrama falan yok tabii) dedemlerin pencereleri yeşil renkliydi; çivit mavisi, sarı renkte pencereler de hatırlıyorum.
Evlerin olmazsa olmazlarından birisi de “sındırma” lardı. Sundurma/teras olarak “dilimize çevirebileceğimiz” bu alanlar günlük yaşamın olmazsa olmazıydılar. Genellikle minder atılan bu alanlar sıcakta nefes aldıran gölgeli yerlerdi. “Sındırma” lardan genellikle “ayat” a geçilirdi. Türk mimarisinde “hayat” adı verilen ve gündelik yaşamın geçtiği bu alanlarda yemek pişirilir, yenir, oturulurdu. Bizim oralarda oturma pek olmasa da yemek aktivitelerinin bir kısmı burada yapılırdı.
Yemek deyince, bazı evlerde mutfak evin dşında ikinci bir yapı olarak inşa edilirdi. “aşgana” lar büyük masaları, sedirleri, tel dolapları, bazılarında fırınları ile yemek pişirilen, ekmek yapılan yerlerdi. “Şakir Zümre” sobalarının olduğu alanda büyük bir baca olur, özellikle kışın yemekler buralarda yapılırdı(mış) Su tesisatının henüz olmadığı zamanlarda beyaz emaye kovalarda içme suyu saklanırdı. Çeşmeden taşınan su bu kovalarla ya da güğümlerle gelirdi.
Fırınlar da topraktan yapılırdı elbette. Bazıları kapalı alanda, bazıları ise azbarın uzak bir köşesinde, genellikle dairesel şekilde küçük yapılardı. O fırından çıkan ekmek, köbete, cantık,sarburma şimdi gözümde tütüyor doğal olarak...
(Devam edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder