
"Şıkali"nin içinden geçip rampayı tırmanırsınız. rampanın en yüksek noktasına geldiğinizde kocaman bir mera açılır önünüze. karşıda, Çal Dağı eteklerinde "Akırlı" vardır. sağ tarafta geniş ve bereketli tarlalar; sol tarafta erozyonun esir aldığı kıraç arazi vardır. hele bir de aylardan temmuz ise, bir de akşam günbatımına yakın bir saatteyseniz heryer altın sarısı, her yer berekettir.
çocuk gözlerim, hep o noktada sol tarafa kayar; bir tepenin arka yamacındaki kavak ağacına odaklanırdı. ( hala da öyledir) o kavak ağacının dibinde, benim çocukluğumda bir de iğde ağacı vardı,bir de belli belirsiz akan ince bir su.bazı günler oraya gider, piknik yapardık. bir kurban bayramı öğleninde, kanlı kanlı etleri alıp mangal yapmaya çalıştığımız da olmuştu.
daha da ileriye, tavşantepe ya da "erolların çeşmesi" denen yere yaptığımız "doğa yürüyüşlerinde" orası hep bir mola yeri, bir nirengi noktasıydı bizim için. ağacın gölgesinde soluklanmak, çocuk zaman sorunları üzerinde konuşmak, mevsimine denk geldiysek tatsız tuzsuz iğdesinden yemek köyden uzaktaki o noktada yapılabilecek birkaç faaliyetten birisiydi. bir de eğer bulduysak alıç toplardık, onları da köye varmadan oracıkta tüketirdik.
bizim evin arka tarafıyla iğde ağacı arasında kurumuş bir dere vardı. çok yağmur yağdığı zamanlarda derenin dolduğunu, şıkır şıkır akan suyun sesinin bizim eve kadar geldiğini biliyorum. iğde ağacına giderken kurumuş derenin geçiş için en uygun noktasını şimdi gitsem bile bulurum, o kadar hafızama kazınmış.
artık yapabilirmiyim bilmem ama, köye bir de oradan bakmak geldi aklıma. gözlerimi kapatıp hatırlamaya çalıştığımda Yısıb Akay'ın "tirmen"inden "bayırbaşı"na kadar olan köyün batı cephesini boylu boyunca görebiliyorum iğde ağacının gölgesindeymişçesine. o evlerdeki cıvıl cıvıl hayatlar geliyor aklıma; belki de uzaktan görmek/düşünmek daha az acı veriyor köyün şimdiki yalnızlığında...
efsanevi Bünyamin abinin efsanevi bahçesi için konsantre olamadım, daha sonra. Bir de bayırbaşı çıktı yazacak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder