30 Mart 2010 Salı

iğde ağacı



"Şıkali"nin içinden geçip rampayı tırmanırsınız. rampanın en yüksek noktasına geldiğinizde kocaman bir mera açılır önünüze. karşıda, Çal Dağı eteklerinde "Akırlı" vardır. sağ tarafta geniş ve bereketli tarlalar; sol tarafta erozyonun esir aldığı kıraç arazi vardır. hele bir de aylardan temmuz ise, bir de akşam günbatımına yakın bir saatteyseniz heryer altın sarısı, her yer berekettir.

çocuk gözlerim, hep o noktada sol tarafa kayar; bir tepenin arka yamacındaki kavak ağacına odaklanırdı. ( hala da öyledir) o kavak ağacının dibinde, benim çocukluğumda bir de iğde ağacı vardı,bir de belli belirsiz akan ince bir su.bazı günler oraya gider, piknik yapardık. bir kurban bayramı öğleninde, kanlı kanlı etleri alıp mangal yapmaya çalıştığımız da olmuştu.

daha da ileriye, tavşantepe ya da "erolların çeşmesi" denen yere yaptığımız "doğa yürüyüşlerinde" orası hep bir mola yeri, bir nirengi noktasıydı bizim için. ağacın gölgesinde soluklanmak, çocuk zaman sorunları üzerinde konuşmak, mevsimine denk geldiysek tatsız tuzsuz iğdesinden yemek köyden uzaktaki o noktada yapılabilecek birkaç faaliyetten birisiydi. bir de eğer bulduysak alıç toplardık, onları da köye varmadan oracıkta tüketirdik.

bizim evin arka tarafıyla iğde ağacı arasında kurumuş bir dere vardı. çok yağmur yağdığı zamanlarda derenin dolduğunu, şıkır şıkır akan suyun sesinin bizim eve kadar geldiğini biliyorum. iğde ağacına giderken kurumuş derenin geçiş için en uygun noktasını şimdi gitsem bile bulurum, o kadar hafızama kazınmış.

artık yapabilirmiyim bilmem ama, köye bir de oradan bakmak geldi aklıma. gözlerimi kapatıp hatırlamaya çalıştığımda Yısıb Akay'ın "tirmen"inden "bayırbaşı"na kadar olan köyün batı cephesini boylu boyunca görebiliyorum iğde ağacının gölgesindeymişçesine. o evlerdeki cıvıl cıvıl hayatlar geliyor aklıma; belki de uzaktan görmek/düşünmek daha az acı veriyor köyün şimdiki yalnızlığında...

efsanevi Bünyamin abinin efsanevi bahçesi için konsantre olamadım, daha sonra. Bir de bayırbaşı çıktı yazacak...

29 Mart 2010 Pazartesi

zerdali



yukarıdaki resmi gören "olm kayısı lan bu!" diyebilir, ki haklıdır. amma naaparsınızki koskoca siber alemde bizim oraların çilli, siyah noktacıklı, hafif soluk sarı renkli, belli belirsiz tatlı zerdalisinin resmini bulamadım ki. Belki Dursun çekmiştir bir zamanlar, bulur da gönderirse update ederiz sayfayı...

"literatür" araştırması yapıp ta zerdali nedir ne diildir? diye arayınca sağlıklı bir yanıt almak pek mümkün değil. her zamanki kutsal başvuru kaynağım ekşi sözlük te pek açıklayıcı değil bu konuda. en iyisi ben bildiklerimi anlatayım:

bizim oralarda,o zamanlar ağaçta yetişen ender meyvelerden birisiydi. her sene de olmazdı hem, bazı sene çokluk olur heryerde pıtırak gibi yetişirdi. benim için unutulmayacak iki zerdali bahçesi vardı. 1.si Dursunların evle Oğuz/Atillaların evi arasındaki bahçe. kimindi tam emin değilim ama Dursunların diye hatırlıyorum. orada belli aralıklarla dikilmiş 7-8 ağaç vardı. genellikle çok zerdali olmazdı o bahçede, olanlar da genellikle küçük olurdu. Biz daha çok o ağaçları üstüne tırmanıp birşeyler oynamakta kullanırdık. bir de , İğde ağacı tarafından gelen sürülerin köpeklerine sapanla taş atmak için çıkardık ağaçlara. bir keresinden köpeklerden biri gelip ağacın altına yatmıştı da saatlerce ağaçta mahsur kalmıştık. hey gidi çocukluk günleri...

2. zerdali bahçesi Mırat'ların (Evirgen) arka bahçesiydi. bir senesi o kadar çok zerdali olmuştu ki bahçedeki zerdalileri toplama karşılığında Hacı Sabri'nin ambarından epey bir "yarım" buğday almış; onları da köyün bakkallarında yenilir/içilir gıda maddelerine tahvil etmiştik. ( Galiba buğdayları Şepiyık'a satmıştık)

bir sonraki postta Bünyamin abinin arka bahçesindeki elmaları anlatacağım, bir de köy çeşmesinden camiye doğru giderkenki o büyük dut ağacını. son olarak ta, artık iğdesi de kökü de kalmasa da bizim evin arka tarafında, tavşantepeye doğru derenin üstündeki iğde ağacını...

bu akşam...mazi kalbimde bir yaradır, incesazdan...

fırın





"nerden aklıma esti kimbilir..." diye başlıyor Erol Evgin'in o muhteşem şarkısı. birazcık manipüle edip "nerden burnuma geldi kimbilir" şeklinde iğrenç bir geyik yapıp esas konuya giriş yapıyorum.

köyde herkesin evinde olduğunu tahmin ettiğim; uzun yıllar boyunca sorun çıkarmadan çalışıp zamanla yerlerini turbo fırınlı/kokuları karıştırmayan/bir kaç katlı evimsiz 60X60 lık kutulara bırakan efsanevi fırınlardan bahsedeceğim.

balya/saman ( bazen tezek?) ateşinde ekmek pişirilen fırınların olduğu "aşgana"larda pek rastlanmazdı onlara; genellikle "yukar iy" deki antrenin köşesinde ( bazen buzdolabı üstünde) üzerine mutlaka dantel bir örtü serilmiş halede kullanılacağı günü bekleyen o caanım fırınlardan bahsediyorum. nette biraz araştırınca hala üretildiğini, fırın boyalı-zaman ayarlı-termostatlı-sensörlü tiplerinin geliştirildiğini öğrendim. olsun, aynı Wolkswagen Bettle gibi, motorun yeri değişse de ruhu aynı kalmıştı. ekteki fotoğraf biraz o günlerdekini anlatıyor, dedemlerinkinde gözetleme deliği yukarıdaydı ama.

o fırınlarda ne pişer diye düşününce ilk aklıma kalakay geldi. üst taraftaki camlı bölmesinde belli belirsiz gözüken hamurun zaman içinde üstünün kızarması, çocuk aklımla biraz korkarak camı dikkatlice gözetlemem geldi aklıma. sonrası cantık tabii, bir de sarburma.

çocukluğumun o naif günlerine adanmış bu blog serisinde artık "kült" olmuş bir tasarımı daha sizle paylaşmış olmanın mutlululuğunu yaşıyorum. umarım sizin de burnunuza bizim oraların mutfağının o nefis "kamıraş" kokusu gelmiştir.

22 Mart 2010 Pazartesi

efsanevi Lami şekeri




Ne zamandır aradığım resmi tesadüfen buldum: efsasevi "lami" şekerlemesinin resmi. çikolata desem diil, pralin desem dill, tuhaf bir tadı vardı "lami" nin. Sonraları biraz daha lüks görünümlü olan "Lord" çıktıysa da benim için "kült" olan Lamidir. Lami çikolatasının hatırlattığı o güzel bayramlarla ilgili olark yazdıklarıma buradan ulaşabilirsiniz.

Herkese Lami naifliğinde, tatlı günler dilerim. bu aralar iş yoğunluğundan birşeyler yazacak zaman bulamadım. Ancak, FaceBookta; Asaf abinin eklediği KarayavşanSpor resmi ile epey bir zaman öncesine gittim. herkes çok genç gözüküyordu o resimde...