öncelikle, düğünler hakkında anlatacaklarım kesinlikle subjektif, gözleme dayalı ve yılların ardından aklımda kaldığı kadarıyladır. ilave/düzeltme yapmak isteyenler yorumlarını bırakırlarsa gerekli revizyonlar seve seve yapılır.
düğünleri üç kategoride anlatmaya çalışacağım: (i) Kız düğünleri (ii)erkek düğünleri (iii) salon düğünü (iv) sünnet düğünleri
şimdii, benim çocukluğumun düğünleri hep yaz aylarında yapılırdı. kış düğünü hiç hatırlamıyorum; bir tek Hatice teyzemin düğünü Ekim ayı içinde yapılmıştı yamulmuyorsam.
kız düğünleri ile başlayalım. "kız düğünü" kız tarafın köyde olduğu; dolayısıyla "konak, hava, kına, tokuz" gibi güzelliklerin yaşandığı düğünleri anlatmak için kullanılırdı.
düğünler genellikle perşembe günü öğleden sonra başlardı. "konak" tabir edilen; genellikle ambar, garaj gibi geniş açıklıklı, yüksek kerpiç binaların kızların toplanıp şarkılar söylemesi/oyun oynaması için düzenlenmesi ile oluşturulan geçici eğlence merkezi perşembe günü öğleden sonra açılırdı. düzenleme dediğim de 30-40 cm genişliğinde kalasların kerpiçler üzerinde çepeçevre sıralanması, üzerlerine de muşamba/kilim gibi bir şeylerin serilmesi işiydi. konak genellikle düğün evinin yakınlarında bir yerlerde kurulurdu, son zamanlarda köy kütüphanesi ( ya da başka bir şey) olarak yapılan o ucube, sevimsiz binanın da konak olarak kullanıldığını hatırlıyorum)
"gelin kız" genellikle konağın sol köşesinde oturur, hemen yakınında yakın akrabalar veya komşu köylerden gelen "ağır ablalar" konuşlanırdı. şaşmaz bir şekilde kıdem sıralaması olurdu: büyük kızlar gelinin yakınında, daha küçükler ve daha daha küçükler kağı tarafına doğru...(gelin kızın konağa gelişi ile ilgili bir ritüel hatırlamıyorum) ilk saatlerde genellikle yakın akraba kızları ile köyün ufak kızları olurdu konakta. bir de düğünlerin olmazsa olmazı çocuklar tabii. gündüz saatinde genellikle teypten dönemin gözde şarkıları çalınırdı. Köy delikanlılarının medenileşme süreci içine girmiş olanları gelin kızı tebrik etmek için "kızsal alan" içine girerlerdi.
gün bitip akşam yemeği sonrasında konak yükünü alır; köyün tüm kızları ve o gün gelen diğerleri toplanıp otururlardı. özellikle uzak şehirlerden gelen ( bir de tamamen yabancılar) konağın en gözde kızları olurdu. köyün delikanlıları (gene yaş kıdemine göre) konağın dışarıya açılan kapısında sıralanır, içerideki kızları seyrederlerdi. ağır abiler daha geç saatlerde gelir, şöyle bir bakış attıktan sonra dışarıda muhabbetin -ve şişenin- dibine vururlardı.
bir de köy kadınlarının gruplar halinde gelip oğullarına/torunlarına gelin adayı baktıkları ritüel vardı ki bu satırlarla o anın keyfini anlatmak mümkün diil. kadınlar içeriye doluştukça kalabalık artar; delikanlılar kadınlara gitmeleri için baskı kurmaya çalışırdı. işte o anlarda efsanevi şarkı patlardı : "ayva sarı nar sarı / sarıya konar arı / genç kızların içinde / ne arar kocakarı "
bu sırada sıcak hava, içerinin kalabalığı, sigara dumanı ve yerden kalkan toz birbirine karışır, nefes almak güçleşirdi. işte o anlarda "hava" mekanizması devreye girerdi. büyük abiler "ava!, ava!" diye bağırarak içerdeki delikanlıları dışarı "davet" ederlerdi. bu kısa zamanda konağın kapıları kapanır, iki üç tane konak bekçisi kapıda dururdu.
burada sevgili "Kabadayı" için bir paragraf açacağım. Rahmetli Remzi dayı, bazı zamanlarda ağır adımlarla konağın çevresinde dolaşır, köy genci/yabancı demeden delikanlıları bir bakışıyla uzaklaştırırdı. Nur içinde yatsın...
şarkıların avaz avaz çalıp gelin adayı kızların hünerlerini gösterdikleri bir anda delikanlılar tarafından bir ses gelirdi bazen, müzik kesilirdi. "şuuvvvv" ( ya da şın) olarak adlandırılan bu olay, müziği durduran şahsiyetin özlü bir kaç sözü şiir formatında söylemesinden ibaretti. genellikle ortada oynayan yabancı kızlara hafiften asılma/sarkma/laf dokundurma amaçlı, herkesi güldüren bir kaç mısralık sözlerdi bunlar. ne yazık ki aklımda herhangi bir tanesi kalmamış.
kız düğünü iki üç gece bu şekilde konakta geçerdi. Düğün evinde olanları bir sonraki postta yazacağım, bugünlük "konak" kavramını irdeliyoruz. Kına gecesi dediğimiz cumartesi gecelerinde gelenlerle birlikte kalabalık son haddine ulaşır, içeride göz gözü görmezdi.
başka köylerden gelen delikanlılara "konak" ziyaretinin yasaklanması da sık sık karşılaşılan bir durumdu. böyle zamanlarda köyün "sota" yerleri çeşit çeşit "caş"la dolar, her köşede başka bir muhabbet olurdu. değişmeyen olaysa içiki içilip kavga çıkma olasılığının zirve yapmasıydı.
bir sonraki post : düğün evi, düğün hazırlıkları, yemekler, konakbaylar...