30 Ekim 2009 Cuma

blendax




düğünlere kısa bir ara...

bizim çocukluğumuzda Michael Jackson vardı, onunla büyüdük biz. "Blendax" şarkısında onu duyduk, efsanevi ay yürüyüşünü taklit ettik, pepsi reklamındaki çocuk gibi "bad!" dedik.

ne alaka diyeceksiniz : MJ'in ölüm öncesindeki son görüntülerinin filmi çıktı, takipçisiyiz!!!

yukarıdaki de eski günlerden bir dost, efsanevi mavi blendax kutusu.

28 Ekim 2009 Çarşamba

düğünler-3

bugün dersimiz düğünlerde müzik. "şalgılı toy" dediğimiz, genellikle Eskişehirden gelen elemanlardan oluşan "street band" ler olurdu düğünlerde. (her düğünde olmazdı ne yazık ki) düğün sahibinin ekonomik durumuna göre en az üç elemandan oluşan saz takımı sanat icra ederdi düğünlerde. klarnet "gırnata" ve darbuka olmazsa olmazıydı saz heyetinin. duruma göre keman, cümbüş ya da saz olurdu ilaveten. ( son zamanlarda elektro saz hepsini bastırıyordu)

gündüzleri düğün evinde, akşamları da konakta ya da mecliste, gecenin bir vakti de "şırak / koraz / sıpra" aktivitelerinde ortamı şenlendirirlerdi. ortada oynayanlara takılan/yapıştırılan paralar elemanların gelir hanesine kaydedilirdi genellikle.

küçüklüğümde, yaşlı kadınların en çok istediği şarkı olarak "kırmızı gülün alı var" ve "uzayıp giden şu tren yolları" nı hatırlıyorum. tabii en çok misket, fidayda ve "mevlana" çalarlardı oyun sözkonusu olduğunda.

çalgıcıların olmadığı durumlarda kasetlerle müzik ihtiyacı giderilirdi. şimdiki gibi CD lerin olmadığı yerde ileri-geri almalardan dolayı kaset sarılması, kafanın temizlenmesi gibi "instant" çözümlerle müzik dinlenirdi. her düğünün ya da her yazın moda bir şarkısı olurdu tabii. (aynı şarkıyı iki gün içinde 50 defa dinlemek alışık olmayan bünyelerde kusma etkisi yaratırdı.)

kızlar konakta genellikle kendileri şarkılar söylerdi. kime ait olduğunu bilmediğim birkaç tane tef ve darbuka mevcuttu. Darbukalar genellikle büyük kızların elinde dolaşır, küçük kız çocukları teflerle şıngır şıngır ses çıkartmaya bayılırlardı.

o günlerden kalma şarkıları burada yazmıştım zaten. düğünleri yazmaya başlayınca herhangi bir düğünden aklımda bir şarkı kalmıştır diye çok zorladım kendimi, sadece ( ne alakaysa) dr. alban'dan "no coke no eroin" adlı felsefi şarkıyı hatırladım.

bir sonraki post düğün katılımcı profillerinin süper subjektif sınıflamasını anlatacak.

27 Ekim 2009 Salı

düğünler-2

hangi düğün olursa olsun, düğün hazırlıkları günler öncesinden başlardı. "lojistik" le ilgili toptan satınalmalar yapılır, erkeklerin-kadınların oturacağı evler, konak ya da "meclis" yeri belirlenirdi. "konakbay" tabir edilen servis elemanları için önceden belirleme yapılmazdı, onlar kendiliğinden bu göreve talip olurlardı. burada en stratejik nokta "aşgana"da yemek yapacak kadınlar olurdu. şen şakrak teyzeler biraraya gelir, sürekli çay-sigara eşliğinde hem yemek pişirir hem de sohbet (dedikodu?) yaparlardı. bildiğim kadarıyla, düğün sahibi yemek pişiren teyzelere küçük hediyeler verirdi düğün sonrasında.

ikinci stratejik nokta da çay ocağıydı. orada da bitmeyen bir muhabbet çay suyunun buharına karışır, çay ocağı sabahtan akşama kadar hiç durmadan çalışırdı.

Düğünlerde şaşmaz, değişmez bir menü sunulurdu konuklara. Perşembe (ya da cuma) öğleden sonra "kavelte" çıkarılırdı. yanlış hatırlamıyorsam, ikindi sonrasında köyün adamları düğün evine gelir, etli patates yemeği ve "ulkum" yerlerdi.

akşam yemekleri daha az katılımla gerçekleşir, en kalabalık yemekler gündüz verilirdi. genellikle şehriye çorbası ( bazen düğün çorbası da denilen yağlı-etli bir çorba, tatarcası "kalce"), pilav-et, "koşap" ve tatlı.

tatlıyı ayrı bir paragrafta geçeceğim. iki tür tatlı ikram edilirdi: Tulumba tatlısı ya da "paklava" tulumba tatlısı Polatlı'da herhangi bir pastaneden alacağınız şerbet bulamacı olurdu. amaa, o baklava! el yapımı, kat kat incecik hamurlarla yapılmış, şerbetin içinde yüzen o caanım baklava. bizim oralardan başka hiçbiryerde rastlamadığım enerji bombardımanı. ööle fıstık-fındık gibi katkılara ihtiyaç duymadan, sadece hamur-şeker ve odun ateşinin muhteşem sonucu.

neyse, düğün anılarına devam edeceğim. bugünlük bu kadar.

26 Ekim 2009 Pazartesi

köy düğünleri - 1

öncelikle, düğünler hakkında anlatacaklarım kesinlikle subjektif, gözleme dayalı ve yılların ardından aklımda kaldığı kadarıyladır. ilave/düzeltme yapmak isteyenler yorumlarını bırakırlarsa gerekli revizyonlar seve seve yapılır.

düğünleri üç kategoride anlatmaya çalışacağım: (i) Kız düğünleri (ii)erkek düğünleri (iii) salon düğünü (iv) sünnet düğünleri

şimdii, benim çocukluğumun düğünleri hep yaz aylarında yapılırdı. kış düğünü hiç hatırlamıyorum; bir tek Hatice teyzemin düğünü Ekim ayı içinde yapılmıştı yamulmuyorsam.

kız düğünleri ile başlayalım. "kız düğünü" kız tarafın köyde olduğu; dolayısıyla "konak, hava, kına, tokuz" gibi güzelliklerin yaşandığı düğünleri anlatmak için kullanılırdı.

düğünler genellikle perşembe günü öğleden sonra başlardı. "konak" tabir edilen; genellikle ambar, garaj gibi geniş açıklıklı, yüksek kerpiç binaların kızların toplanıp şarkılar söylemesi/oyun oynaması için düzenlenmesi ile oluşturulan geçici eğlence merkezi perşembe günü öğleden sonra açılırdı. düzenleme dediğim de 30-40 cm genişliğinde kalasların kerpiçler üzerinde çepeçevre sıralanması, üzerlerine de muşamba/kilim gibi bir şeylerin serilmesi işiydi. konak genellikle düğün evinin yakınlarında bir yerlerde kurulurdu, son zamanlarda köy kütüphanesi ( ya da başka bir şey) olarak yapılan o ucube, sevimsiz binanın da konak olarak kullanıldığını hatırlıyorum)

"gelin kız" genellikle konağın sol köşesinde oturur, hemen yakınında yakın akrabalar veya komşu köylerden gelen "ağır ablalar" konuşlanırdı. şaşmaz bir şekilde kıdem sıralaması olurdu: büyük kızlar gelinin yakınında, daha küçükler ve daha daha küçükler kağı tarafına doğru...(gelin kızın konağa gelişi ile ilgili bir ritüel hatırlamıyorum) ilk saatlerde genellikle yakın akraba kızları ile köyün ufak kızları olurdu konakta. bir de düğünlerin olmazsa olmazı çocuklar tabii. gündüz saatinde genellikle teypten dönemin gözde şarkıları çalınırdı. Köy delikanlılarının medenileşme süreci içine girmiş olanları gelin kızı tebrik etmek için "kızsal alan" içine girerlerdi.

gün bitip akşam yemeği sonrasında konak yükünü alır; köyün tüm kızları ve o gün gelen diğerleri toplanıp otururlardı. özellikle uzak şehirlerden gelen ( bir de tamamen yabancılar) konağın en gözde kızları olurdu. köyün delikanlıları (gene yaş kıdemine göre) konağın dışarıya açılan kapısında sıralanır, içerideki kızları seyrederlerdi. ağır abiler daha geç saatlerde gelir, şöyle bir bakış attıktan sonra dışarıda muhabbetin -ve şişenin- dibine vururlardı.

bir de köy kadınlarının gruplar halinde gelip oğullarına/torunlarına gelin adayı baktıkları ritüel vardı ki bu satırlarla o anın keyfini anlatmak mümkün diil. kadınlar içeriye doluştukça kalabalık artar; delikanlılar kadınlara gitmeleri için baskı kurmaya çalışırdı. işte o anlarda efsanevi şarkı patlardı : "ayva sarı nar sarı / sarıya konar arı / genç kızların içinde / ne arar kocakarı "

bu sırada sıcak hava, içerinin kalabalığı, sigara dumanı ve yerden kalkan toz birbirine karışır, nefes almak güçleşirdi. işte o anlarda "hava" mekanizması devreye girerdi. büyük abiler "ava!, ava!" diye bağırarak içerdeki delikanlıları dışarı "davet" ederlerdi. bu kısa zamanda konağın kapıları kapanır, iki üç tane konak bekçisi kapıda dururdu.

burada sevgili "Kabadayı" için bir paragraf açacağım. Rahmetli Remzi dayı, bazı zamanlarda ağır adımlarla konağın çevresinde dolaşır, köy genci/yabancı demeden delikanlıları bir bakışıyla uzaklaştırırdı. Nur içinde yatsın...

şarkıların avaz avaz çalıp gelin adayı kızların hünerlerini gösterdikleri bir anda delikanlılar tarafından bir ses gelirdi bazen, müzik kesilirdi. "şuuvvvv" ( ya da şın) olarak adlandırılan bu olay, müziği durduran şahsiyetin özlü bir kaç sözü şiir formatında söylemesinden ibaretti. genellikle ortada oynayan yabancı kızlara hafiften asılma/sarkma/laf dokundurma amaçlı, herkesi güldüren bir kaç mısralık sözlerdi bunlar. ne yazık ki aklımda herhangi bir tanesi kalmamış.


kız düğünü iki üç gece bu şekilde konakta geçerdi. Düğün evinde olanları bir sonraki postta yazacağım, bugünlük "konak" kavramını irdeliyoruz. Kına gecesi dediğimiz cumartesi gecelerinde gelenlerle birlikte kalabalık son haddine ulaşır, içeride göz gözü görmezdi.

başka köylerden gelen delikanlılara "konak" ziyaretinin yasaklanması da sık sık karşılaşılan bir durumdu. böyle zamanlarda köyün "sota" yerleri çeşit çeşit "caş"la dolar, her köşede başka bir muhabbet olurdu. değişmeyen olaysa içiki içilip kavga çıkma olasılığının zirve yapmasıydı.

bir sonraki post : düğün evi, düğün hazırlıkları, yemekler, konakbaylar...

13 Ekim 2009 Salı

hoşgeldin elifnaz bebek



hoşgeldin aramıza Elifnaz bebek. Babanın doğduğu günü hatırlıyorum; yaşlandığımın resmidir artık.

Serkan-Ayşegül Kalkay çiftine bebekleri ile birlikte bir ömür boyu mutluluklar...

3 Ekim 2009 Cumartesi

taşıma su zamanları



her eve su hattı 85-86 gibi çekildi bildiğim kadarıyla. ondan önce köy çeşmelerinden "güğüm"lerle su taşınırdı. esas bu postta köy çeşmelerini yazacaktım ama elimde fotograf olmadığı için bir tür "necefli maşrapa" resmi koydum.

köyün ana çeşmesinden başka dedemlerin arka taraftaki "arka çeşme", Özmen'lerin evinin oradaki çeşme , Bünyamin abinin arka bahçesinin de arkasındaki efsane çeşme geldi aklıma. daha küçük bir çeşme "karşaga" ile Murat'ların (Evirgen) evine giden yolda, sol taraftaki bahçe duvarındakiydi yanlış hatırlamıyorsam. Caminin içinde ya da mezarlık tarafında da bir çeşme geliyor hayal meyal gözüme.

tabii ki "susa" nın yeri ayrıydı bizim için. bir de "Akırlı" yolundaki "iki kurnalı" geldi gözümün önüne. bir sonraki postta çeşmede çekilmiş fotograflarımı koyacağım zamanın ötesinden. ilk gidişimde de hepsini özel olarak fotograflayacağım.

bir de nefret bir şarkı geldi şimdi aklıma : "o çeşme kurumuş akmıyor artık.." eski zamanda o çeşmeler gürül gürül akardı "kurna" lardan. Kurna dediğimiz suyun aktığı pik döküm ağızdı. çeşmenin büyüklüğüne göre sayısı değişirdi. büyük çeşmede bir büyük, iki de küçük kurna vardı yanılmıyorsam.

ne yazık ki o çeşmelerin büyük çoğunluğu kurudu gitti, ana çeşme bile tek kurnadan incecik akıyordu son gördüğümde.