14 Ekim 2011 Cuma

Sarı Mercedes



Bayram (İlyas Salman) senelerce Almanya’da çalışır, didinir ve “Balkız” adını verdiği bir Mercedes alır. Bütün hayali köyüne gidip hor görüldüğü senelerin intikamını almak ve sevdiği kızla (kezban) evlenmektir. Kapıkule’ye kadar sorunsuz gelir; ondan sonra da kendisinin ve arabasının başına gelmeyen kalmaz.


Buraya kadar bir filmin kabaca bir öyküsünü yazdım. Bizi ilgilendiren kısmı ise bu (her ne kadar İlyas Salman’dan hiç haz etmesem de) başarılı yol filminin bazı sahnelerinin bizim oralarda, çokca da Şıhali’de çekilmiş olması. İmdb.com da filmin vizyon yılı olarak 1992 gösteriyor ama bizim oralardaki çekimler çok daha önce yapılmıştı gibi geliyor. (nitekim filmin beş yıla yayılan bir sürede çekildiği bilgisine ulaştım bir sitede)

“Filim şegelermiş, Şıkali’li bilmem kımın ulu bilmem ne de Bişer şopörü olup filmge şıkacak eken” şeklinde bir laf dolaşmıştı o yaz. Üşenmeden gidip film çekimine “nezaret edenler” olduğunu; İlyas Salman’ı yakından görüp “bek şırkin eken yaw?” şeklinde yorumlar yapıldığını biliyorum. (Sarı Mercedes kırmızı bir Laverda’nın yola aniden çıkması sonucunda şarampole yuvarlanır, haşat olur ayrıca)

Neyse, dolaylı da olsa Karavşan sosyal hayatına bir çizik atmış bir olayı daha sizlerle paylaşmış olmanın keyfini sürüyorum. Üşenmez de filmi seyrederseniz bizim oralardan sıcacık kareler yakalarsınız. Bir de (Youtube’da) 5/9 bölümündeki vapur sahnesindeki efsanevi “Burhan Pazarlama” ya dikkat edin, adam gerçek bir şehir efsanesidir.

bir kısa dipnot; Karavşan'da pek Almancı yoktu bildiğim kadarıyla. (Hacı Meşit'in torunu Tamer'in ailesi geldi aklıma bir tek. bir de Burhan Amcalar tabii, Amerika'dan)

11 Ekim 2011 Salı

karşaga



çok matrak; bir kaç gece önce blogdaki bütün yazıları şöyle bir inceledim ve "karşaga" ile ilgili olarak hiç bir şey yazmadığımı farkettim. karavşan akşam üstlerinin olmazsa olmazı, gecenin karanlığında doyumsuz sohbetlerin mekanı...

köy içinden geçen ana yoldan kuzeye, dedemlerin evine doğru toprak bir yol uzanır. sağlı sollu evlerin, depoların sonundaki Rahmetli Selime acanayın evinin (daha doğrusu ambar/depo) güney cephesi tam da köy meydanına cephelidir. orada oturan meydandan geçen herkesi, her arabayı görür. hemen duvar dibine atılmış bir kütükte oturarak köyün olağan hareketliliğine tanık olur. orası "karşaga"dır...

çocukluk zamanımızda karşagaya gitmez, çekinirdik. kızların toplandığı bir yerden mümkünse geçmezdik bile; yukarıya gideceksek (artık her ne işimiz varsa) karşagadaki topluluğu görünce yolumuzu uzatır; Hikmetlerin "karaltıdan" geçerek giderdik yolumuza.

zaman geçti, büyüdük... karşaga saatini bekler olduk tabii. hava kararmadan bir- bir buçuk saat önce toplaşırdı karşaga sakinleri. genellikle "yukar mallenin" kızları gelirdi; aşağıdan Meliha ablaların (meliha-Neziha Özmen) geldiğini biliyorum düzenli olarak.çekirdek çitlenir (şimışka carılır) sohbet edilirdi uzun uzun. duvar dibindeki kütüğe yaş sırasında göre oturulur, etrafında çömelerek sohbet devam ederdi. bir de hemen oracıktaki elektrik direğine dayanarak oturan bir kişi olurdu mutlaka. hemen direk dibinde beyaz bir taş vardı; hala da durur.

orada oynadığımız dokuztaşı başka hiç bir yerde görmedim. oynayacaklar iki takıma ayrılırdı. büyük ablalar takımı yapar; atlayıp zıplama potansiyeli yüksek olanlar öncelikle seçilirdi. sonrasında yassı dokuz taş -tam da Erdinç abilerin garajının köşesinde- üstüste konulur, yaklaşık 20 adımlık bir mesafeden topla vurulmaya çalışılırdı. bir tür bowlingdi oyunun ilk aşaması. topun taşları devirmesiyle bir takım etrafa kaçışır; taşların başındaki takım da topu yere değdirmeden kaçanları vurmaya çalışırdı. vurulmadan taşları dizmeyi başaran ekip kazanırdı.

bazı akşamlar rutinin dışına çıkılır, "oba" ya gidilirdi. ya da bostan zamanı birinin traktörü "cekmesi" ile römorka doluşulur, güvenlik kaygıları olmaksızın şarkılarla bostan yemeye gidilirdi. bazı dönemler karşaga yerine okul bahçesinde "veleybol" oynamak gözde olurdu; uzun bir süre karşaga yerine okul bahçesinde toplanırdı insanlar.

hava kararmaya başlayında karşaga dağılır; herkes yemeğe giderdi. sonrası gece kuşları ellerinde biraları ile (her zaman değil ama) belirirdi. bir süre orada oturulur, gecenin ilk muhabbetleri orada yapılırdı. sonrasında gecenin karanlığında kaybolunur, ya kızlara ya da dükkanlarda bira içmeye gidilirdi genellikle.

son gittiğimde gene oturdum orada, bir sigara yaktım eski günlerin anısına. yıllara inat aynen duruyordu karşaga duvarı. yukarıdan biraz çatlamaya başlasa da gene de ayaktaydı. keşke sonsuza kadar öyle kalabilse...

5 Ekim 2011 Çarşamba

Römorklar




Plazanın hemen dibinde başlayan bir kazı var. günde yaklaşık 100 kamyon hafriyat için giriş çıkış yapıyor, arada bir terasa çıktığımda da ( Ki Maslak'ta, 30. katta bir teras bulunmaz bir lükstür) aşağıdaki hafriyat çalışmalarına bakıyorum. "yeni tip hafriyat kamyonlarının iç cidarları artık molozların rahatça dökülebilmesi için tamamen çelik kaplama olarak imal ediliyor" diye düşünürken birden köydeki römorklar (ki tatarca "remoq" olarak telaffuz edilir) geldi. römorklarla ilgili aklımda kalanları yazacağım şimdi de...

yukarıdaki resmi netten buldum. benim çocukluğumdakiler böyde değildi tabii.. çok daha küçük, ahşap tabanlı, -tabii ki hidrolik mekanizması olmayan- mütevazi ama olmazsa olmaz araçlardı.

herhalde 2-2,5 ton taşıyanları hatırlıyorum ilk olarak. ahşap kasalı, genellikle dört tekerlekli (iki tekerli olan daha küçük versiyonları da vardı)olan bu römorklarla herşey taşınırdı. (insan da dahil) tarlada gölgesinden yararlanılıp yemek yenmesi de olmazsa olmaz bir ritüeldi tabii.

römorkun ön tarafında traktör bağlantısının yapılması için ve ayrıca ana şasiyi taşımak için ön tekerlekle birlikte hareket eden üçgen bir çelik parça vardı. traktör geri geri gelirken epeyce ağır olan bu parça kaldırılır, gerekli manevralardan sonra traktörün bağlantı çubuğuna takılır ve demir bir çubukla bağlantı işlemi tamamlanırdı.

her römorkta olmayan küçük bir sandık/avadanlık römorkun ön tarafında yer alırdı. römorka binerken -özellikle küçüklük zamanlarında- bu aparat çok işe yarardı doğrusu.basit bir asma kilit mekanizması da içindekilerin güvenliğini sağlardı.

römorkun yan taraflarında gerekli durumlarda kapasiteyi artırmak için kullanılacak ek parçaları için sabit profiller olurdu. bu profillerle geçirilen ayaklar sayesinde römorkun yüksekliği 30-40 cm artırılırdı. orak zamanı güçlü traktörlere iki (hatta üç?) römork bağlandığı bile olurdu.

diğer bir detay da arka taraftaki ayak koyma çubuğu idi. yine her römorkta olmayan bu "aksesuar" sayesinde römorka binmek daha kolay olurdu. biraz büyüyünce tekerlekleri kullanarak ta römorka binilebileceğini öğrenmiştik. son olarak ta; römorku içten desteklemek amaçlı olarak kısa kenarların tam ortasından bir zincirle bağlamak vardı ki römorkta seyahat ederken bu zincirin üstüne oturup rüzgara karşı durmak (ve büyüklerin uyarısıyla inmek)römorkla ilgili hatırladığım diğer bir detay olarak kayda geçiyor.

römorkun dört tarafındaki kapaklar aşağı indirilerek "angıç" moduna geçilirdi ki önceki postlardan birinde bunu yazmıştım. ya da daha yüksek direkler kullanılarak ve çadır bezi ile kapatarak römorkun kapalı bir şekilde kullanılması da mümkün olurdu.

ardan zaman geçti; römorkların ahşap tabanları önce çeliğe çevrildi. kurak yaz zamanı cayır cayır yanardı onlar. sonra daha büyük ve yüksek römorklar yapılmaya başlandı. son olarak hidrolik boşaltma sistemli römorkları biliyorum; daha da fazlası yapılır mı bilmem.

nerden nereye, bilmem kaç tonluk bir hafriyat kamyonunun çelik tabanı bana neleri hatırlattı; dahası hafızama ne kadar detay atmışım o zamanlarda..

yazmaya devam; bir gün bunları kimse okumasa da ben zevkle okuyacağım.

(yeni geldi aklıma, bir de bazılarının tabanında 30X30 civarında bir boşaltma deliği olurdu. çok işlevsel birşey olmadığı gibi içinde top falan oynarken ayağın takılıp yere düşülmesi tehlikesini de yaşatırdı. bir de buğday vs. yüklü kasanın bir tarafının açılıp içindekilerin aşağıya döküldüğü anı çok everdim. kapak büyük bir şiddetle aşağıya iner, içindeki mahsul boydan boya (genellikle "elezenon" civarına) yerdeki çadıra dökülürdü)