16 Ağustos 2010 Pazartesi

ege



yukarıda yaklaşık 6,5 yıl önceki resmini gördüğünüz biricik oğluşum bugün 7 yaşına giriyor. bu vesile ile kendi 7 yaşımı düşündüm dün akşam...

insan çocukluk (ama gerçekten çocukluk) arkadaşları ile ilk tanışmasını zor hatırlar; çünkü onlar hep varmış gibi gelir insana. benim çocukluk arkadaşlarım da öyle zaten; uzun, çok uzun zaman önceden beri varlar. kaç yıl geçse de aradan, hiç birinin cep telefonu bile bende olmasa da benim çocukluk arkadaşım onlar : Oğuz, Atilla, Hikmet, Murat, Tarık, Hacı Ahmet, Ergin, Dursun, Serdar, Sertaç, Yasin, Tamer, Samim, Recep, Serkan... bu saydıklarım hepsi aynı devre sayılır bu nedenle de bir çırpıda sayıyorum onları. unuttuklarım varsa da affola; zaman bir sürü şeyi unutturuyor.

çocukluk günlerimi düşünmeye başladığımda gözümün önüne ilk Oğuz ve Hikmet geliyor, sonra da Atilla. herhalde 7-8 yaşlarındayız, bir gün Erolların çeşmesine giderken hatırlıyorum onları. sonra Tarık'la Hacı Ahmet geliyor; İstanbul'da oturmaları sebebiyle biraz daha çok görüyordum onları. (Kaynarca'ya gitmek şehir dışına çıkmak gibi bir şeydi otuz yıl önce; şimdi her uçuş sabahı 15 dakikada onların evinin önünden geçiyorum içim sızlayarak)

o çocukluk günlerini düşününce baktım da, bir tane bile toplu resmimiz yok. çok sonraları, kızlarla gidilmiş bir piknikte çekilmiş bir resim buldum ama o da epey gençlik zamanlarımıza ait. Dursun çekmişmidir acaba diyeceğim; o da çocuktu. fotoğraf makinesini alması nereden baksanız 14-15 yaşını bulmuştur heralde. keşke diyor insan, şöyle toplu bir resmimiz olsaydı.(belki de vardır, bu satırları okuyanlardan biri bulup atsa ne güzel olurdu)

çok karışık yazdım, gerçekten kafam karıştı. o çocukluk günlerine gidip te şimdi bu kadar ayrı kalmak. Önce hacı'yı, sonra Hikmet'i sonsuzluğa göndermiş olmak...

bu zamana kadar olmadı ama, bayram sonrası oğluşumu köye götüreceğim. sokak sokak gezdirip anlatmaya çalışacağım o ürkütücü, hüzünlü sessizliği. aklının bir köşesinde babayla geçirilmiş ekstra bir haftasonu olarak kazınsın diye. belki bir gün, büyüdüğü zaman babasının izini sürmek ister, bu satırlar da o günlere altlık olsun diye yazılıyor zaten.

iyi ki varsın oğluşum...

15 Ağustos 2010 Pazar

ramazan



Sıcaktı, işti derken biraz ara verdik. böyle sıcak günlerde kerpiç evlerin kuytularındaki serinlik ve dinginliği özlüyorum. kurak iklimin en sıcak gününde bile serin bir oda, yumuşak bir minder ne kadar da güzel olurdu. Hele o uzun ramazan günlerinde!

artık yaşlanıyorum, ramazan gene çocukluğumdaki gibi yaz aylarına denk geldi. (33-35 senede bir tekrar eden bir zaman diliminden bahsediyorum, eğer ölmez; devam edersem 70-75 yaşında bir kez daha eski sıcak ramazanları anımsayacağım, kimbilir?)

Eski ramazanları daha önce yazmışımdır ama kısaca geçeyim. köyde hemen herkes oruç tutar, ya da en -en azından- öyle gözükürdü. bu kadar sıcakta, hele bir de daha çok fiziksel çalışma gerektiren eski zamanların sıcağında gerçekten zor, (ve benim mantığımın biraz dışında) bir ibadetti.

Eski anılara gelirsek; ramazan ayına denk gelen bir dünya kupası (1982 olmalı) sırasında, futbola meraklı genç bir hocanın teravih namazını jet hızıyla kıldırması ilk aklıma gelenlerden biri oldu. biz çocuklar için oruç tutma genellikle günün yarısına kadar, hatta öğlen?, olurdu; sonrasında evden birşeyler verilir, "büyüdüğünde tutarsın" denirdi. ramazan ayında bakkallarda içki satılmazdı, içecek adam -herhelde- Polatlı'dan kendi getirir, kimseye göstermeden içerdi. ve en unutamadığım, üstelik te o büyüleyici kokusuyla ehr daim hatırlayacağım sahur kalakayı" : annanem sahur zamanında yenmek üzere "kamır aşıtır", onu o efsanevi yuvarlak fırının içinde pişirirdi. gecenin bir vakti sırf o kalakay'ı yemek için sahura kalkardım.

yukarıdaki resme gelince; o radyoda benim çocukluğum var, şimdi fasılda falan avaz avaz bağırıp söylediğim şarkıları ilk o radyoda duydum ben. dedemin haberleri dinleyişi, kanal ararken çıkan "radyofonik" sesleri, bazen "kısa dalga" dan bulduğu başka dildeki radyo kanallarını görüyorum her baktığımda.

şimdi o radyo benim evimin baş köşesinde duruyor, üstünde de 80-90 yıl öncesinin el emği göz nuru bir örtü. biri dedemi, diğeri -mekanı cennet olsun- rahmetli "Anay"ı hatırlatıyor.