3 Şubat 2010 Çarşamba

şubat tatili

iş güç derken epey zamandır yazamadım. hazır istanbul beyazlara bürünmüşken; hem de "şubat tatili" zamanıyken, aklıma çocukluğumun şubat tatilleri geldi. her sene gitmesem de iki-üç senede bir mutlaka giderdim. o günlerden aklımda kalanları yazacağım bu postta :

- soğuk, çok soğuk: hem de ööle bööle diil, çıplak ayakla evin soba kurulmayan bölümlerine bastığımda soğuğun oda zeminine işlediğini hissederdim. kuru soğuk, insanın burun deliklerini donduran temiz hava evlere yaklaştıkça kömür kokusuyla karışırdı.
- sucuk : bizim oraların sucukları pek güzeldir, baharatlı, acı, yağlı. soğuk kış sabahlarının sıcak soba yanındaki tadına doyulmaz kahvaltısının assolisti olurdu sucuk kızartması. orada yediğim sucuğun tadını arar dururum senelerdir, hiç bir zaman bulamayacağımı bile bile...
-kuzular : içeride 100 kadar koyun, onların ortama kattığı sıcaklık ve havasızlık bir yana, süt emme zamanı geldiğinde serbest bırakılan yeni doğmuş onlarca kuzunun canhıraş melemelerle annesini araması, bulduğunda inanılmaz bir hızla ön dizleri üstünde çömelerek süt emmeye başlaması unutulmaz bir ritüeldi. bir de çok küçük doğan kuzuların bir süreliğine evde, sobanın yanında bir karton kutu içinde yatırıldığını biliyorum hayal meyal...
-köpekler : sürüye çıkamayan irikıyım çoban köpekleri gece gezmelerinin korkulu rüyası olurdu. çok "yaman"ları genellikle bağlansa da gecenin bir vakti "azbar" girişinde epey tırstığım olmuştur. bir de dedemlerin köpekleri Mevlüt abilerin bahçede yatardı genellikle. karşaganın oradan dedemlerin azbara girişte - ki portakapı da denirdi- sesimi çıkarır, ben olduğumu belli etmeye çalışırdım. gene de elimde sopayı hazır tutardım sanki beni kurtaracakmışçasına... ( Ercan dayımın dediğine göre onlar zaten ayak sesimden tanırmış insanı)
- köy kahvesi :uzun kış günlerinde açılırdı kahveler. bir kaç sene Şepiyık'ın dükkanının yanında, arada bir maç yaptığımız yerde açılmıştı. kimler işletirdi hatırlamıyorum ama. biz genç yaşlarda oraya pek alınmazdık, veya herkes gittikten sonra içeride bir kaç zaman geçirdiğimizi biliyorum. bir senesi de köy kütüphanesi(!) içinde açılmıştı diye biliyorum. genellikle kağıt oynanırdı, batak gibi.bir de bizim oralarda "anastra" denirdi, 51'in değişik ve hammaliyeli bir vesiyonu. Okey de oynanırdı tabii ki.
- kabadayı : Allah rahmet eylesin, Remzi dayının bir gece vakti, kahvede sadece biz "caş caşlar" varken içeri gimesini, soğuk ve kardan bıyıklarının buz tutmuş halini ve bize olanca karizmasıyla "ketin catın iyinizde !" deyip mekanı kapatmasını hiç unutmuyorum.
- doyumsuz bakkal geceleri : soğuk kış geceleri genellikle Şepiyık'ın "Uğrak Bakkaliyesi"nde yapılan uzun sohbetler ve içilen biralarla sonlandırılırdı.bakkal ritüellerini ayrı bir postta yazacağım.
- ev gezmeleri : tabii ki kızların toplandığı; bizim de bir kıyısından dahil olduğumuz ev gezmelrinden bahsediyorum. yazın olduğu kadar sık ve rahat olmazdı ama gene de rutin köy günlerinin en güzel anlarıydı.
- bayırbaşı : oğuzların evinin arkasından, dereye doğru saman doldurulmuş çuvallar içinde kaymak muhteşem bir atraksiyondu. Courchevel halt etmiş; spor adına kış günü yapılacak en doğal ve masrafsız eğlenceydi. ( bir de yaz zamanı "kodalak"la oradan aşağı "uçtuğumuzu" hatırlıyorum, epey küçüktük o zamanlar.şimdi kodalak var, aşağı gidermisin deseler hadi len! derim)
- bütün güzel şeyler gibi şubat tatili de çok çabuk biterdi, soğuk ve karlı bir sabah, erken vakitte dolmuşa binip Susa'dan köye hüzünlü bir bakış attığımda boğazıma düğümlenirdi. sonrası genellikle Boğaziçi ekspresi ile İstanbul'a dönüş olurdu, yaşanmış güzel anların tekrar tekrar zihinde canlandırıldığı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder