24 Eylül 2009 Perşembe

ptt acenteliği



Bir bayram daha geçti standart cep telefonu mesajlarının sağa sola gönderildiği. Bu vesile ile köye telefonun ilk bağlandığı zamanları hatırladım.84-85 seneleri olmalı, köye bir santral kurmuşlardı, şimdi yenilenmekte olan kütüphanenin içine. Dış duvara da sarı bir tabela :

"PTT ACENTELİĞİ"

Sonrasında, Erdinç abi(Tan) yanılmıyorsam memur olarak atanmıştı, evlere birer hat çekilmiş; birer tane de manyetolu telefon verilmişti. Bir yeri arayacak olan önce santrali arıyor, "Erdiş, maga bilmemkaşnı baylasa bır!" şeklinde çağrı yapıyordu. Erdinç abi de -yerindeyse tabii- Polatlı santralden istenen numarayı bağlatmaya çalışıyordu. Google da aradım biraz ama o antika santral resmini bulamadım ne yazık ki. Sonrasında arayanla aranan nuamranın soketleri santraldeki yerlerine takılıyor ve görüşme sağlanıyordu.

Yeniler bilmez, "Adana çekil aradan!" zamanlarıydı, hat düşmez, ses gitmez,konuşmak mümkün olmazdı. Yokluk zamanlarıydı o günler, herşey kıymetliydi.

Bu bayram, diğer bayramlar gibi, kimseye SMS atmadım, gelenleri de cevaplamadım tabii. Eski güzel bayramları özleyerek geçti biraz, bir de en kısa zamanda dedemi ziyaret etmeye karar verdim.

Belki gelecek hafta?

14 Eylül 2009 Pazartesi

bostan - 2



"bostan" yazısının üstüne çok iyi geldi. annem polatlı'dan gelirken yanında süpper tatlı bir kavunla iki tane mis kokulu "mini kavun" getirdi. bu vesile ile "baharbütün" olayını hatırladım. resimdekiler "baharpütün" olmasa da o koku geldi burnuma; bizim oralara gittim geldim gene...

9 Eylül 2009 Çarşamba

efsanevi kaset



önceki postu yazdıktan sonra biraz google yaptım ve sonuşta "fidayda"nın da içinde olduğu 90 dakikalık efsane toplama albümü buldum. bir yerlerde denk gelirse de almak boynumun borcu olsun.

gide gide bir söğüde dayandım

şööle bir hafızayı zorlayınca o dönemlere ait pek bir şarkı/türkünün kalmadığını farkettim. aklımda kalanlarsa şunlar :

1. fidayda : her daim bizim oraları hatırlatan efsane oyun havası. 87-88 senelerinden birinde, karışık bir albümün içindeki versiyonunu birkaç bayram çook dinleyip oynamıştık.
2. duydum evleniyormuşsun : kızların avaz avaz çığırdığı, uzaktan acıklı acıklı gelen bir taverna şarkısıydı.
3. nanay : bir bayram günü, "ahırlıkuyu" kızlarının aynı gün içinde 25 defa söylemeleri ile hiç silinmemek üzere hafızama kazınan iirenç türkü.
4. ayva sarı nar sarı : işte favorilerimden birisi. düğünlerde kız konağında belli aralıklarla söylenen, kızları seyretmeye gelen köy kadınlarını uzaklaştırmak için avaz avaz çığırılan türkü. "ayva sarı nar sarı / sarıya konar arı / genç kızların içinde/ ne arar kocakarı...
5. gide gide bir söğüde dayandım : zamansız,sebepsiz bir şekilde; arada bir dilime dolanan, bir dönem köyde kızların en çok söylediği türküdür kendisi.
6. kırmızı gülün alı var : "Şalgıcı" lı düğünlerde, yaşlı kadınların ısrarla çaldırmak istedikleri ağır şarkıydı. klarnetçi şööle bir doğrulur, çalacağı şarkıya saygı hesabıyla daha bir dokunaklı üflerdi "gırnatayı"
7. henüz üç yaşında bir kardeşim var : efsanevi hakkı bulut'un acısız arabesk geyiği başlamadan önce keşfettiğimiz şarkısıydı. bir şubat tatilinde, sevgili hikmet'in teybinden uzun uzun dinlemiş, sebepsiz yere içmiştik epey bir.
8.Sibel Can şarkıları : özel olarak hatırlamıyorum ama, gene bir şubat tatili döneminde, Şepiyık'ın dükkanda uzun ve soğuk gecelerde epey bir dinlemiştik aynı albümü. hatta gecenin bir vakti gazı alıp Ersin abiyi (Yetkin) buz gibi odasından alıp getirdiğimizi hatırladım şimdi.
9. sit osman saray : hatırladığım tek tük tatarca şarkılar içinde ilk aklıma geleni." ... sen nişanda yog edin / koşgeldin toyga"
10. bostorgay degen ayvanın da şılka da bolur yuvası : daha iyisi gelmedi aklıma, 10'a tamamlamak için yazdım açıkçası. ( ne acıdır ki caanım istanbul'un altyapısı şarkıdakinden daha da "şılka" çıktı; bu çağda hala yağmur suyunda hayatını kaybeden insanlarımız var, yazık...)

8 Eylül 2009 Salı

bostan zamanı

Muhtemelen geçti gitti bile... İstanbul'da pek tatlı bulup yere göğe sığdıramadığımız kavunlar bizim oralarda "tatsız" bulunup uçsız bucaksız tarlaya fırlatılırdı. o caanım kavunu yedikten sonra su içmek gerekirdi, yoksa ağzınız şekerden yara olabilirdi. ( Bu durumun bir de tatarcası vardı ancak unutmuşum; kamaşma mı derlerdi aceba?) Çok tatlı olanların "aşı" kurutulur, bir sonraki seneye dikilmek üzere "aşgana"nın köşesinde bir yerlere konurdu.O kadar çok kavun olurdu ki, epeyini kargalar, tilkiler kemirirdi.

"Topatan" kavunlar vardı, yumruk büyüklüğünde, açık sarı renkli, içi tuhaf/kekremsi bir tada sahip olan, kokusuyla bambaşka. Kışlık kavunlar olurdu, koyu yeşil renkli/kalın kabuklu, uzun ömürlü ( yılbaşında bile yediğimi hatırlıyorum) . Az da olsa sarı-siyah "kırkağaç" kavununa benzeyen kavunlar da çıkardı. ( hala çıkıyordur belki, gitmeden yazıyorum bunları)

Neden bilmem, bizim oralarda yetişen karpuzlar pek güzel olmazdı, büyümezdi, içi pembe pembe olurdu. ( Konuyla çok alakalı değil ama, kızlı erkekli gidilen bir piknikte, Erkal'ın (Önder) gazete kağıdını ıslatıp karpuzu soğutma hikayesini hatırladım. hatta o pikniğin resimleri bile var bende, bir gün yayınlarım. Karpuz ne mi olmuştu? Sıcak sıcak yemiştik, ööle Mc Gyver yaklaşımı Anadolu karpuzuna ters gelmişti)

"Örken" denirdi kavun karpuz yeşilliklerine. bir örkende çok sayıda kavun/karpuz olurdu. Yumuşak, insanı içine çekecekmiş gibi duran verimli toprak üzerinde boylu boyunca, geniş geniş uzanırlardı. "Örkene basmamak" şarttı, dokunduğunuz örkendeki diğer kavunların yetişmesini güçleştirirdiniz.

Bazı akşamüstleri, birilerinin "cektiği" traktörle toplaşır bostana giderdik kızlı erkekli. şimdi düşünüyorum da ne kadar tehlikeliymiş bütün bir köyün römorkta seyahat etmesi. Arkada römorkta kızlar şarkı/türkü söylerdi avaz avaz, traktör sahibi gazı alır; el gazı ile daha da bir süratlenirdi. 10 tane kavun yenilir, 100 kavunluk yer zarar görürdü güzel bostan akşamlarında. Bazı geceler de bostana gidilirdi tabii, arabanın kasasında o geceki "piyz" malzemeleri ile birlikte.

Bir de bostancılar vardı tabii. Zamanında çapanmış, iyi mahsül verecek bostanları korumak için geçici süreyle tarlada yatıp kalkan elemanlardı bunlar, uzak köylerden. Çuvallarla, çaputlarla püfür püfür esen "konaklar" yaparlardı kendilerine. Gelip geçen kamyon şoförleri ile muhabbet eder, çobanlarla geyiğin kralını yaparlardı. Bazı uyanıklar yoldan geçenlere kavun karpuz da satardı tabii.

Geçen kışın ortasında, oğlan istedi diye orta boy bir karpuz almıştım, kilosu 15 YTL idi. Bİzim oralarda tüm hayatı boyunca yediği kavun karpuza o kadar para vermeyen bir sürü kişi vardır eminim. Dedeme söylemedim tabii, duysa eminim çok kızardı...

4 Eylül 2009 Cuma

kimyon



bir kimyon furyası olmuştu. ilk ekildiği sene acayip para getiren şeyin bir sene sonra herkes tarafından ekilerek para etmemesi de o zamanlarda başlamıştı. hemen herkes basmıştı kimyon tohumunu tarlaya. sonrasında, toplama zamanı geldiğinde bir sürü "geçici tarım işçisi" peydah olmuş, tarlanın büyüklüğüne göre 30-40 kişilik gruplar kimyon toplamaya girişmişlerdi.

başlarında "çavuş"ları, yarısı kadın yarısı çocuk bir sürü amele, "gündelik" esasına göre tarlalarda kimyon topladılar birkaç sene üstüste. toplanan kimyonlar belli büyüklükte öbekler haline getiriliyor, sonra da römorkla köye, harman yerine taşınıyordu. harman yerinde biçerdöver sayesinde ayrıştırma işlemi yapılıyordu. bunun için de genellikle eski biçerler kullanılıyordu.

bir defasında, köydeki tek "Masaris" biçerdöveri kiralamıştı dedemler. rahmetli Mithat Baybora'nın dı o güzel biçerdöver. Büyük büyük Claysonların yanında pek mütevazi pek yorgun dururdu. "Bayırbaşı"ndaki "karaldı"nın girişinde duruşu geliyor gözlerimin önüne.

neyse, biçerleri ayrı bir postta yazacağım zaten. kimyon kokusu itibarıyla o zamana kadar pek duymadığımız, görmediğimiz bir bitkiydi. biçerle yapılan patos sonrasında küçük ambarda saklanırdı. buğdaya göre iyi para ettiği zamanlar oldu.( bu arada, "Şıhali'den sonra" Karavşan merasına doğru inerken anason ekilmiş tarlalar da olurdu, o caanım koku şimdi geldi burnuma)

"buğday-arpa-cılap" üçlüsüne alternatif olarak ekilen tahılların öncüsüydü bizim oralarda (bildiğim kadarıyla tabe) sonraları anason, soğan, mercimek falan da ekildi ama hiçbiri kimyon kadar yer etmemiş bende.

hep merak ederim, o kadar kimyon eken olduğu köyde kaç mutfakta yemeklere kimyon katılıp yeni tatlar elde edilmeye çalışıldı diye? o günlerin hatırına bu akşam kimyonlu tavuk yiyeceğim...

1 Eylül 2009 Salı

bitli almanlar karayavşanda

tam senesini hatırlamıyorum, ama bizim birader'in almanca hazırlık sınıfını bitirdiği seneydi. bir akşamüstü okulun bahçesinde volyebol oynanıyordu kızlı erkekli. iki tane eleman belirdi okul duvarında, bisikletleri vardı.

herkes etraflarına üşüştü tabii, o zamana kadar hiç böylesini görmemiştik köyde. çat pat ingilizcemle elemanlarla konuştuğumu biliyorum, alman olduklarını o zaman anlamıştık. ben de birader sayesinde öğrendiğim efsanevi "forberating klasse" lafıyla dalmıştım olaya.

karanlık basmaya başladığında iki elemanı iki kişi kapmıştı, biri nereye gitti hatırlamıyorum; diğeri Hacı Sabri'nin evine gitmişti. ben de akşam yemeğini hızlıca yiyip Murat'lara gitmiştim. yer sofrasında eleman "köbete" ye kaşık sallıyordu. Hacı Sabri Amca'nın " gâvurga kara, kadiy de sıdıra kobeteni!" şeklindeki sözleri bugün gibi aklımda.

yemekten sonra Şepıyık'ın dükkanında bu ikisini ortaya alıp İngilizcenin gözünü kaşını yarmıştık bira içerken. okul bahçesinde kurdukları çadırda yatmışlardı o gece.

sabah ta kuşluk vakti uyanıp pedal basmışlardı kimbilir nereye.

"amma geyik adammışsın sen" diyenleriniz vardır mutlaka, ama bunları hatırladıkça yazmak hoşuma gitmeye başladı. beğenmeyen okumasın, OK?

video günleri




Köyde hatırladığım ilk (belki de tek) video Murat'ların evdeydi.(Evirgen) ilk aldıklarında iki tane filmleri vardı; biri Cüney Tarkın'ın Battalgazi serisindendi, diğerini hatırlayamıyorum, klasik yeşilçam filmlerinden biriydi galiba.

Muhtemelen Betamax'tı, VHS'nin daha pek adı duyulmuyordu o zamanlar.

bütün bir köy halkının kadınlı erkekli gruplar halinde "Hacı Sabriy'in" evinde, defalarca aynı filmi seyrettiğini bilirim.

(bir sonraki post hasbelkader yolu köye düşeniki alman bisikletçi lavukla ilgili olacak, Hacı Sabri deyince onlar aklıma geldi)

hey gidi günler hey