14 Ekim 2013 Pazartesi

Teyzannem

“Teyzannem” Hayriye Kalkay bu akşam saatlerinde yaşama veda etti. Kazım dayımın hayat arkadaşı, Melahat teyzemin annesi, Ayla ve levent’in büyükannesi. Batur kardeşlerin hayatta kalan son üyesi artık kardeşleriyle buluştu. Hacı Ahmet, İsmet, Zaviye ve Cevriye’den sonra O da yok artık. Karayavşan anılarının bir sayfası daha kapandı benim için de… Uzun zamandan beri hastaydı, son iki haftayı makineye bağlı olarak geçirdi, acı da olsa haberini bekliyordum. Ama gene de ölüm haberi çok ani ve acılı oldu benim için. Ufak tefek, esmer, neşeli, hastalık derecesinde temiz ve tertipliydi. “tatlı kaçık” diye düşündüğüm çok zamanlar oldu kendisi için. Arada bir onu kızdırmak çok hoşuma giderdi gençlik zamanlarımda. Kızsa da çabuk unutur, bir sonraki sabah (daha doğrusu öğlene doğru uyandığımda) gene kahve içmeye çağırırdı aşganasında. Günün ilk sigarasını onun küçük mutfağında, yaptığı kahvenin eşliğinde içerdik karşılıklı. O kahvenin tadı hiçbir zaman gitmeyecek aklımdan. Kazım dayımla kurdukları iki kişilik dünyalarında yaşarlardı çoklukla. Karşılıklı atışmalarını (çok zaman teyzannem kazanırdı tabii) dinlerdim gülerek. Birbirlerine önceleri “Kazım / Kayırye”, Hac sonrasında “acıı” diye hitap edişleri; zaman içinde yaşlandıkça birbirlerine destek oluşları, son birkaç yıl teyzannemin hastalığı sonrasında Kazım dayımın ona bakışı, hepsi bir film şeridi gibi. Yarın cenazede en çok Kazım dayım üzülecek elbette, 60 yıllık hayat arkadaşının arkasından neler düşünecek kimbilir? O sıcacık gülüşü, güldüğünde ışıl şıl parlayan altın dişi, bir daha asla yapmayacağı sabah kahvesi, sıcacık peynirli poğaçaları, en sevdiği çorba olan “omaş uvuşu” hep aklımın bir köşesinde kalacak. Allah ömür verdiği sürece gideceğim köyde evine baktıkça içimden bir şeyler kopacak, o şen kahkahası kulaklarıma gelecek. Onu çok özleyeceğim. Nur içinde yat teyzannem.

13 Haziran 2013 Perşembe

annanem-3

bir sevdiğinizi kaybettiğinizde 40 mum yanarmış. her gün bir tanesi söner, son mum siz ölünceye dek sizle birlikte yanmaya devam edermiş. anneannem aramızdan ayrılalı tam iki yıl oldu. o günü tekrar yaşadım bugün; antalya'da haberdar oluşumu, apar topar ankara uçağına yetişmemi, yağmurlu bir havada direkt köye gitmemi... en acısı da cenaze arabası önde, aygün ve dedemin olduğu araba arkada takip etmemiz: en çok keloğlan tepesine ulaştığımız noktada içim acımıştı; "dedem şu anda ne hissediyor acaba" diye düşünmüştüm. sonra, şıkali'ye doğru indik, tekrar çıkıp merayı gördüğümüz noktada hem "akırlı" gözükmştü arka fonda, doğduğu köy. yavaş yavaş ilerledik; susadan döndüğümüzde -her zamanki gibi- gözüm mezarlık tarafına kaymıştı. macide teyzem orada bekliyordu annesini. kabadayının köşesinden döndük; ağlıyorduk. karşagaya geldik, portakapıdan içeri girdik. herkes bizi bekliyordu. herşey çok hızlı oldu. ağır yağmurla çamurlaşmış sokaklardan mezarlığa doğru gitti cenaze. ben dedemle kazım dayımı arabayla götrmüştüm çamurda kaya kaya. sonra eve döndük, gitmişti artık... akşamüstü polatlıya gitmek üzere toplandı herkes. evini öylece bıraktık, yağmur yağıyordu; ağlıyorduk... aile hayatımızda ne kadar çok yer kapladığını, ne kadar çok açığı kapattığını hergün daha çok anlıyorum. sesi geliyor aklıma; bazen baba seslenişi, dedeme "Sımay" deyişi... o'nu çok özlüyorum...